Makaleler geri dön
Tarafından gönderildi: yildiz Kategori: Makaleler Yorumlar: 0 Posta tarihi: 19 Aralık 2020

Sanatsal Etkinliğin Dışavurumu

Sanatın ne olduğuna dair binlerce kitap yazılmış ve yorum yapılmıştır. Geçen yazımda bu konuya değinmiştim. Tabi doğal olarak daima sanatçıda bu tartışmaların odağı olmuştur. Sanatçıya, başarılı bir sanat eseri meydana getiren kişi demek sanırım doğru ve öz bir tanım olacaktır. Bunun yanı sıra ortaya konulan sanat eserinin de uzun yıllar değerini ve beğenisini korumuş olması, insanlar tarafından kabul görüp, sanat otoritelerinin birçoğunun da onayını alması gerekmektedir.

Sigmund Freud’unda bu konuda çok ilginç analizleri vardır. Freud sanatçıların bizi duygulandıran konuları nerden aldığını, bu konularla bizi nasıl etkileyip duygulandırmanın üstesinden geldiğini, ruhumuzda uyanabileceğine hiç ihtimal vermediğimiz heyecanların içimizde doğmasını nasıl sağladığını bilmek tutkusuyla yanıp tutuşulduğunu ifade etmektedir. Bu soruyu sanatçının kendisine de sorduğunda tatmin edici bir cevap alamadığı için merakını asla gideremediğinden bahseder. Ayrıca her insanda bir sanatçının saklı yattığını, dünyada tek bir insan kalsa bile,  sanatçının her zaman varolacağını bize kesinlikle söylemektedir.

Sanatsal etkinliğin ilk dışavurumlarını daha çocukluk dönemimizde aramaya çalışmamız sanırım doğru bir yol olacaktır. Çocuğun en sevdiği ve üzerinde durduğu uğraş oyundur. Şöyle de söyleyebiliriz: Oyun oynayan tüm çocuklar, oynadıkları oyunlarla kendilerine özgü bir dünya yaratır; daha derinden bir deyişle, yaşadığı dünyanın nesnelerini kendi beğenisine uygun olarak kurduğu yeni bir düzen içine yerleştirir, böylece tıpkı bir sanatçı gibi davranır. Buna bakıp da, yaşadığı dünyanın çocuk tarafından ciddiye alınmadığını söylersek, haksızlık ederiz; Aksine, çocuk oynadığı oyunu ciddiye alır, oyun uğrunda harcayıp tükettiği duyguları maksimum düzeye ulaşır. Oyunun karşıtı ciddilik değil, gerçektir. Duygu donatımındaki eksikliklere rağmen, kuşkusuz oyunsal dünyasını gerçek dünyadan ayırır çocuk; gerçek dünyanın gözle görülür elle tutulur somut nesnelerini, hayalinde yarattığı nesne ve durumlara dayanarak yapar. Gerçek dünyaya böyle bir yaslanış dışında, çocuk oyunlarını düşlemlerden ayıracak bir başka ölçüt yoktur.

Sanatçı da tıpkı oyun oynayan bir çocuk gibi davranır; O da kendine bir hayal dünyası yaratarak, bu dünyayı ciddiye alır. Yani zengin bir duygu hazinesiyle donatarak, gerçeklerden kesin bir sınırla ayırır onu. Aslın da gerçek nesnelere yaslanmayı bırakmaktan başka bir şey yapıyor değildir; bundan böyle oynamaktan vazgeçmiş ve düşlemeye başlamıştır. Sanatçı yaşamın içerdiği çocukluk anılarını sanatında gündüz düşü gibi gerilerde bırakmış, çocukluktan kalan anılarının yerine artık soyut düşlerini koymuştur. Sanatçı, “ kişisel düşlemler “ diye bakabileceğimiz oyunlarını önümüzde oynadığı ya da bunları anlattığı zaman bizler; içimizde büyük ve tarifsiz bir haz duyarız. Bunun nasıl üstesinden geldiği, sanatçının en dikkat çekici sırlarından birisidir; Bence sanatçının verdiği tüm estetik hazlar, ruhumuzdaki gerginliklerin gidermesinde önemli rol oynar.

Bir başka düşünceye göre, sanat yapma kaygısı ve düşüncesi olmamasına karşın gerçek sanatçı halktır. Halkın ürettiği eserlerde doğallık, içtenlik ve anonimlik vardır. Uzun bir zaman süreci içinde herkes kendinden bir şeyler ekleye ekleye sonunda saygın ve erişilmez bir yapıt meydana getirir. Herkes tarafından kabul edilen bir gerçekte sanatın gerçek kaynağı, dünya var oldukça halk ve onun üretken yüreğidir. Yüreğinizi sanata ve sanatçıya kapatmamanız dileğiyle…

 

YILDIZ DEMİR

Bu gönderiyi paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Makaleler geri dön