Dafne Şimdi O Yeşil Vadide
Elimde fırçam, tuvalimin önündeyim. Paletimde yeşilin maviye yakın tonları var. Güzel ve yalnız bir kadın resmi çiziyorum. Kadının elleri ve ayakları yok. Çünkü onlar, uçsuz bucaksız dallar şeklinde uzayıp gidiyor. Yüzü çok mağrur, bakışları ise hüzünlü ve çaresiz… Tuvalim de sadece yeşil, başka bir renk görmek istemiyorum. Ve o kadın, Dafne, yeşil bir vadinin içinden çıkıp geliyor.
O vadi ise peri kızı Dafne’nin düş, çiçek, hayal, huzur ve sükûn dolu beşiğiydi. Dafne, ebedi bakire tanrıça Artemis’in perilerinden biriydi ve ölümlüydü.
Altın ok ve altın yayların sahibi Apollon attığını vuran, nişanından şaşmaz bir tanrıydı. Küçücük bir çocuk olan “ Eros “ un elinde bir ok ve yay görünce, ona ; “ Sen sevginin yavrususun. Bana ait olan o silahları yanında niye gezdiriyorsun a yaramaz çocuk? Sen onların yerine eline bir meşale al da seviştirdiğin insanların yüreklerini yak. “ diye çocukcağızı azarladı. Çocuk da ; “ Apollon Tanrı, senin attığın ok her nişan aldığı yeri vurur. Fakat kendi yüreğine saplanmaz. Ben senin yüreğine nişan alırsam, turnayı gözünden vurmuş gibi hedefimi bulurum. “ dedi ve demesiyle oku havada vızıldayarak Apollon’nun yüreğine en yakıcı aşkla saplandı.
O sırada yaşlı “ Pene “ ırmağının kıyılarında, Pene’nin kızı Dafne, kendi kendine türkü söylüyor ve çiçek topluyordu. Apollon onu gördü. Tanrı, artık Dafne’nin can evinden vurulmuştu. Tanrı, peri kızına kavuşmayı can yakıcı bir susayışla özlüyordu. “ Dafne! Dafne! “ diye çağırarak kıza doğru koştu. Çağrıldığını duyan kızın yüreği korkuyla hopladı ve alabildiğine kaçmaya başladı. Apollon, güzel peri kızının ardına düştü. Ona; “ Ey peri kızı, dur! Ben senin düşmanın değil, özleminle yanan âşıkınım! “ diye bağırdı. Kız durmadı. Apollon bacaklarının kuvvetinden çok, arzusunun şiddetiyle kızın peşinden uçuyordu. Sonunda tanrının sıcak soluğu “ Pene “ ırmağı kızının parlak ensesini ve kıvırcık saçlarını yakmaya başladı. Çıldırasıya koşan kız çığlık çığlığa babasını yardıma çağırıyordu.
“ Baba! Baba! Tanrının arzusu beni yakıyor, baba! Beni kovalayan ateşin hızından kurtar beni! Artık dizlerimde derman kalmadı. Tüm vücudum titriyor! Düşeceğim…” diye bağırıyordu.
Bu içten yalvarışın ardından babası Dafne’nin yakarışını duymuş, dileğini kabul etmişti. O anda Dafne, organlarının ağırlaştığını, odunlaştığını hissetti. Göğsünü gri bir kabuk kapladı, kokulu saçları yapraklara dönüştü, kolları dallar halinde uzadı, körpe ayakları kök olup toprağın derinliklerine daldı. O bir defne ağacı oluvermişti. Bu manzara karşısında şaşıran Apollon, Dafne’nin ağaç oluşunu hayret ve üzüntü ile seyretti. Sonra da Dafne’ye sarılıp, sert kabukları altında hala çarpmakta olan kalbinin sesini duydu ve şöyle seslendi;
“ Dafne, bundan sonra sen, Apollon’un kutsal ağacı olacaksın. O solmayan ve dökülmeyen yaprakların, başımın tacı olacak. Şarkılarda, şiirlerde adımız yan yana geçecek… “ Bir Tanrı’ya karşı koyamayacağını düşünen Dafne trajik bir biçimde ağaca dönüşmüş ama ağaç olduktan sonra da yine Apollon’un kutsal ağacı olmaktan kurtulamamıştır. Yaprakları Apollon’un tacını süslemiş, zaferler defne dalıyla ödüllendirilmiştir.
Dafne şimdi o yeşil vadide bir defne ağacı olarak sonsuza kadar yerini aldı ve tablom bitti. Güzel sanatlara da ilham kaynağı olan bu hazin aşk hikâyesiyle, ölümsüzleşti. Aynı zamanda güzel sanatların, bilim ve müziğin koruyucusu olan Apollon, bana da ilham kaynağı oldu. Bu hazin aşk hikâyenin bir sonucumudur bilinmez ama “ zeytin dalı “ nasıl “ barışın “ simgesi haline dönüşmüşse “ defne dalı “ da güzel sanatların simgesi haline dönüşmüştür. Her ne kadar bu aşk hikâyesi hüzünle sona erdiyse de, sizin yaşamınızda aşklarınız her daim mutlu sona ulaşsın. Sevgiyle kalın…
YILDIZ DEMİR
Bir cevap yazın